4 Mayıs 2016 Çarşamba

Su

I.

Yağmurlar geri dönüyor işte göğün bir kabahati yok
Zihnimin harabelerini tırmalamaya başladığımda
Bir tek ellerimi kesmiyorum
Tanrıya daha fazla kurban verebilmek ve taptaze duaları ellerimde tutabilmek için
O vakit, Cernunnos bana fısıldar fısıldamaz
Gölün bozuk mavi sularına koşup
Üzerime kırmızı bir Lotus Çiçeği geçiriyorum
Ki yeniden doğmak için temiz adımla
Ki dünya, umulmadık bir anda gökyüzünden, yeniden fışkıracak
Kendimi gölün dibindeki en karanlığa gömüyorum
Ki bozmak için oranın bekaretini
Ki ilk kanatlarımı artık
Burada
Ve yeşil
Ve doğuruyorum

II.

Kanatlarım beni doğurmadan milat yaşındaydım
Doğdum, kıyamet yaşına
Anne adım yazıldı
Baba adım silindi
Ve bir mızrak benim için Kabe'ye gönderildi
Ben hiçbir şey görmedim, gözlerim yoktu
Ben her şeyi gördüm, gözlerim yoktu
Suda bir ışıkla süzülene dek
Tüm dünya kehribarca soluktu

III.

Artık en kazın, buradayım, kesif ve tek
Suda sönmeyen güneşe kendimi gizledim
Ve yolum, hiçbir varış getirmeyecek artık
Erittiğim yüzümü saklamayı başardım
Şimdi her bir tutsağın kılıcı belirecek alnında
Ve orada
Yine
Elbet güller de yağacak


IV.

Suyun yüzüne çıktığımda
Hür ve kutsal olmalıydım
Çünkü annemin rahmini kavanoza koydular
Gördüm, gözlerim vardı
Sonra bunu sustum, ağzım vardı
Sonra zaten hiçbir şey, hiçbir şey doğurmuyordu artık
Her bir yerimi kilitledim durdum
Her bir yerimi kilitledim, durdum
Kendimi doğmamak ve doğurmamak üzere
Bir meskende acz buldum

V.

13 Nisan 2016 Çarşamba

katil kumpanya

SAHNE-1

Önce:

ses sendeliyordu boşlukta süzülürken
kelime inceliyor ve sarmallar halinde
bir odanın tam içi neresiyse
oraya kendini çiziyordu

biz soluk alıyorduk sadece sakindik
soluğumuz sarmallara takılıyordu sürekli ama aynı ritimdeydik
yüzey neyi gerektiriyorsa yapıyor
somut neyi ketliyorsa yutuyorduk
burada bir ev yok
burada bir ev yok
burada bir ev yok diye bağırıp çıkacaktık birazdan
ama bu bağır-çık'ları
bu hesapsız
bu nicelsiz
ve katli vacip
bu yıkım sancısını
ve asla bir kan pıhtısı gibi dağılmadan
doğuracak o zamanı
saatlerde bulamıyorduk

SAHNE-2

Şimdi:

tüm krizleri kusmuk olarak atıyorum artık
sürekli tekrarladığım o dua
burada biri yok
burada biri yok
burada biri yok
haydi çocuklar sizi parka asmaya götürüyorum
ki anlatın
anlatın
anlatın
burada birinin olmadığını

SAHNE-3

Sonra:

biz nerede duruyoruz önce bunu soracaklar
bir fare deliği mi yoksa,
kapıyı kapatır mısın
ses duydum
bir japon kafasını oyuyor sandım

sonra içlerinden birini üzerimize salacaklar
yüzünü dön
döndün mü
sen kimsin

biri çoğullaşarak bedenimizi kazıyacak
nereye gidiyoruz,
bilmiyorum
birileri çekim eklerini toplayıp kaldırıyor

çoğulları çoğaltıp cenazemizi taşıyacaklar
ki yorulmasın kimse-biri yorulmasın-ölü yorulmasın

iyi niyetlerini mendillerine sarıp

uykularında
her gün
tanrılara
-son-



16 Haziran 2015 Salı

bir resmi tersine çeviren notlar

Bir kafese kapatıp seyrettim önce kelimeleri
Sonra bir evi kırmızıya boyadım
En sevdiğim renkti çünkü
Bilincin o ölü suskunluğunu bir evde yaşatması
Sızlayan bir yerlerimi buldum sonra
O yerlerimi yaktım
Yollarımın düştüğü çukurları kapattım
Karanlık bir odanın bilmediğim bir yerine sakladım
Baharda solan adımı
Birinin üşüyerek uyanması bir sabah
Kıvırcık saçlı o düşten
Masmavi denizler annem gibi gülüyordu oysa
Sonra çiçekli ayakkabılarıma düştü hüznüm
Acının pazarlığına soyunmuş buldum kendimi
Yorulmuş buldum
Yorulmuş ve bir dilek ağacının gölgesine uzanmış
Yüzümü sildim toprağa
İnsanın ve ülkelerin sahte mağlubiyetinden arınmak için

-Çamurundan yenilenen bir bataklıkta mı kalmıştı tohumum?

3 Haziran 2015 Çarşamba

gece vakti sokaktan gelen tek kişilik ayak sesleri

Pencereye oturdum bacaklarımı dışarı sarkıtıp
-Ne korkunç şimdi her şey-
Camlarda bir sürü cümle vardı o zaman
Tanrıya kendimi dinletmeyi beceremeyişimden belki
Belki kendimi bir eşiğe yamamaktan
Nasıl da sızlardı, bakışlarımdan kurtulamayan o ağaç bile
Şimdi bunlar, kapkara elbisesiyle geçip gidiyor önümden
Yüzünü görsem çok iyi tanıyacağım
Ama yüzünü kar ve kül serpilmiş elleriyle saklıyor
Gül, diyor sonra
Gül solar mı hiç baharları
Birkaç dertli şiir okudum
Çok mutlu oldum
Karnımı acıtmadan öldürdü beni bir renk çok mutlu oldum
Başımı yasladığım okyanus volkan oldu
Çok mutluyum
Tarihler bizi kurtaramaz artık
Zaten tarihler, en sefil organları yaşayanların
Burada çok özlenmiş bir anne, sadece selam verip geçiyor
Bunun ne demek olduğunu siz bilebilir misiniz?
Göğsümün ortasına, o gerçekten ağlayan çocuklar oturuyor
Yaşayıp at tozu toprağı üstünden
Yaşayıp al tozu toprağı üstüne
Sınırlarını eskitmiş varlığımı bahara taşıyorum her yıl
Yılmadan her yıl
Burada babam bana bir tokat daha atıyor
Onu ve spermini nefretle anıyorum
Allah tüm dirayeti ona bahşettiği için
Ve adını da yılmaz koyduğu için dedem
Bu kez onları affetmeden uğurluyorum
Ama ben,
Bu kara bulutu nasıl atarım sırtımdan
Boş bir çerçeveye çizdiğim rengarenk bahçelerin
Susuzluğu!
Susuzluğu sevgimin
Ve yollarda açıp ezilen o mis kokulu çiçekler
Yaşam ziyan olmaktan başka ne ki
Yaşam ziyan olmaktan başka ne ki
Yaşam ziyan olmaktan başka ne ki tahir?
Uykumu sızlatır yüzleri gidenlerin
Ve sen de hiçbir rüyada olduğun gibi değilsin
Ya ben, kim bilir kaç defa öldürdüm kendimi, ah, sıkıldım artık
Gün ortasında bir masada anlamsız bir hece gibi kaldığımda mesela
Ya da ansızın bana hatırlatınca biri, bir şey
Gecelerden bahsetmiyorum bile
Çünkü zaten oraya sizi kimse almaz
Siz de kimseyi...
Hâlâ bir kalp sonsuz artı bire nasıl bölünürün integralini almaktayım
Hâlâ integral nasıl alınır, bilmemekteyim
Bir ucu geniiiş bir ovaya bakan nergis kokulu bir ev istiyorum
Bir ucu ise küçücük bir dereyi korusun
Ev de bilsin, sevdi mi nasıl sevilir
Bir ucu diyorum çünkü hiçbir 'böyle şey' üç boyutlu bile değil
Gecesini unutup kendisini güneşe bırakan şehirlerden farksız benim yüzüm de 
Nasıl olacaktı ki başka
Yaşam yenilenmekten başka nedir
Yaşam yenilenmekten başka nedir 
Yaşam yenilenmekten başka nedir ahmet?
Masamın üzerine türlü türlü şeyler dökülüyor, siliyorum

20 Mayıs 2015 Çarşamba

bir yaz sonu yılların toplam sayısının sıfır çıkması

Atları vurun şimdi, tam vaktidir
Sahnesini kemiren bir geçmişi yüz üstü bırakmalı
Ağarmış deniz, buruşmuş, bükülmüş ortasından
Gözeneklerinden içeri sızan zehirli balıklar
Şimdi tüm suskunlukları dünyaya öğretmekte bir adam
Ve bir kadın ona en kuytu yerinden sessizce eşlik etmekte
Saçlarım dünyadan bir hüznü süpürmekte
Rengini terk eden bir lacivert
Bir aşkı en taze yerinden kurtlara yedirmekte
Öyleyse dostum, öyleyse,
Yani öyleyse dünya
Atları vurun artık
Kanatlarına ağrılar düşmüş kuşları gökyüzüne salın

otogar laneti

yorgun olmalısın sen de
etekleri sürekli yırtıcı kuşlara takılır çünkü Heidi'nin
kısacık saçlarında örümcekler dolaşır
ne isterler, ne isterler daha, kısacık saçlarından
bakışlarımız tükenmiş olmalı artık, yeridir
bakışları tükenir insanın
dünyada bıkmadan dolaşan hayaletlerle karşılaşmaktan
bir bulut bulsam sakinleşecegim inan
hiçbir şey taşımaz bir bulut bulsam
bu çember iyi bu çember güvenli
bu çember saracak eksikliğimi desem
kırılmak üzere yaratılmış sanki her şey
gece üçte bile sancılar
sürekli kahve dökülüyor masama sürekli siliyorum
kafamın dibinde sürünen kuşları işte böyle besliyorum
birbiri ardına ölen insan senkronizasyonunu
elimdeki bozuk kumandayla seyrediyorum
annem, ben ve bir anne doğurmaya çalışan kızım
bir ışık bir gölge ve sarkacın ucuna kendini asan Estragon
kahveler, masalar ve tenime batan kırık çemberlerle
biraz lacivert bulaşmış kırmızı belirsiz çirkin tablolarıma ağlıyorum

12 Ağustos 2014 Salı

bir gün yine orda burda

oturduk sabahı geceye yaydık
kutsal bir ayin öncesi gibi miskin
ve avuçlarımıza oyulmuş bir dua esintisi
kelimeler dedik önce kelimeler
tüm kelimeler yığılıverdi böylece
indirdik geçmişin pasaklı çocuklarını sırtımızdan
yarasalar körlüğünü gezdiriyordu dışarıda
sokak bir vedayı esirger gibi sessiz
gözlerini deldi önce bakışı
bakışı bir kısrak gibi dağlı
bakışı bir bulut gibi ince
bakışı bir orman gibi
yayılıverdi yeryüzüne
yıkık bir bizans sallanıyordu sanki
avuçlarımızdan geceye doğru
topladık cesetlerimizi
okyanusa uzandık